Genel

Sizin Bir Hikayeniz Var Mı?

Viktor Frankl 3 seneyi aşkın Nazi toplama kampında tutsak kalmış bir yahudi varoluşçu psikiyatrdır. Bir insanın tasavvur edebileceği en ağır ve yıkıcı deneyimleri yaşamasına rağmen bu kamplarda hayata tutunabilmenin en önemli işaretinin insanın kendi  hayatına verebildiği Mânâ’nın gücü olduğunu söyler. Yaşadıklarını ve sonrasında geliştirdiği kuramını anlattığı kitabı “insanın anlam arayışı” tüm zamanların en etkili 10 psikoloji kitabı arasında kabul edilmiştir. Hala okumayanlarınız varsa, bence hiç zaman kaybetmeden bu küçük ama pahada ağır kitabı bir an önce okuyun derim. Kitap en ağır koşullarda insanın yaşadıklarını kendisine anlatma yani bir hikaye oluşturma deneyimini okuyucuya gösterir.

Zor Sorular

Hepimiz zaman zaman varoluşa dair soruların ağırlığını üzerimizde hissediriz. Bu dünyaya gelmemizin amacı nedir?  Ben kimim? Benim varlığımın değeri nedir ? İyi bir hayat nasıl yaşanır ? Ölümden sonra devam eden bir ruhum olacak mı? Madem ki öleceğim neden yaşayayım?

Bu yoğun, kasvetli soruların bunaltısından kaçmanın insanlar için yaygın ve etkili yollarından başta geleni dîni inançlardır. Kabul edelim ki dinin derin, kâdim ve güçlü sığınağı olmasa varoluşun ağırlığı bir çok insan için katlanılmaz hale gelebilirdi.

Kutsal kitaplar niçin dünyaya geldiğinizi, nasıl ve ne amaçlar uğruna yaşayacağınızı ve öldükten sonra nelerle karşılaşacağınızı siz hiç zahmet buyurmadan önünüze hazır bir yemek gibi koymuyor mu ?

Peki dine, tanrıya inanmak insanın bu ezeli ve karmaşık meselesini tümden çözmeye yeter mi ? Öte yandan düşündüğünüzde, yaşayacağınız bu hayatın size önceden bildirilmiş veya dayatılmış güçlü bir anlamı olmasını yeğler miydiniz ?

Ölüm Gerçeği İle Yüzleşmenin Bitmeyen Sancısı

İnsan küçük bir yaşta bir gün öleceğini ilk kez anladığı farkettiği zaman aslında kocaman bir kayaya çarpmış gibi olur, ölene kadar kabullenmekte zorlanacağı pek keyifsiz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır.

Madem ki yaşadığı hayat bitimlidir, o halde ona çok daha güçlü ve derin bir anlam kazandırmalıdır.

Peki avuçlardan sürekli kayıp giden anlam nasıl yakalanacak?

Anlam Arayışının Bedeli : Varoluş Anksiyetesi

Bazı insanlar vahiyden, menkîbelerden daha fazlasına ihtiyaç duyar. Ölümle kilitli yaşamına özgün ve öznel cevaplar aramak cesaretini gösterir ve tam olarak bir türlü yakalayamayacağını bilse de hakikatin peşine düşer.

Bu sorulara kendi başına yanıt arama çabasının ağır bir maliyeti vardır : Varoluş Anksiyetesi !

Hayatın Mânası Nasıl Bulunur ?  Bir Hikaye Lâzım !

Zaman zaman hepimize hayat boş ve anlamsız gelir. Belki de hayatı boş ve anlamsız bulmamız, hayatı anlamlandırmak için doğal bir yükümlülük hissetmemizden kaynaklanıyor da olabilir.

Bu ağır varoluş anksiyetesinin girdabında insanın hayatın anlamlandırması ancak bir hikaye anlatması ile mümkündür. Öyle bir hikaye ki, sadece ailesini, toplumu memnun edecek değil ama aynı zamanda kendi hikayesini dinlediğinde, kendini uğruna yaşayacağı değerli bir öykünün parçası hissedebilsin.

İnsan içgüdüsel olarak uğruna yaşacağı değerlerini arar. İşi, aşk ilişkisi, ailesi, sosyal yaşamı, sağlığı, entellektüel yaşamı ya da inanç dünyası içinde sürekli olarak insanı bir şeyleri diğerinden daha öne koyması yönünde zorlar. Hayatın akışı ancak önceliklerin belirlenmesi ve seçimlerle mümkündür.

İnsan çoğu kez bir şeye evet dediğinde, bir diğer şeye hayır demiş olur. Her karar bir ayrılık sızısıdır. İşte bu seçişler ve vazgeçişler bir değerler manzumesinin pusulasında yapıldığında insan savrulmadan hayatını sürme şansını elde edecektir.

Mânâ ve Değerler

İnsanın mana arayışı doğumdan ölüme kadar son derece devinimli bir süreçtir. İnsan ancak kendi değerlerini tanımlayabildiği ve yaşamına aktarabildiği sürece hayatı mâna kazanacaktır.

İnsanın değerlerini tanımlaması kolay bir şey değildir. Eline kalem kağıt alıp, masa başında uğruna yaşayacağı değerleri insan sıralayamaz. İnsan için değerler ancak bir hikayenin içinde ete kemiğe bürünebilir. Hatta belki de ancak bir kriz bunu katalize edecektir. Bazen bu krizlerle hayata giriştiğinde, sorumluluk alıp adım attığında ve seçişlerini kendine ve içinde yaşadığı aleme gösterebildiğinde değerlerini idrak etme şansını yakalar insan.

İnsanın Hikayesi

Elbette insanın hikayesi dediğimizde akla ilk gelen geçmişten bugüne uzanan yaşadıkları ve bu yaşadıklarını kendisine nasıl anlattığı anlaşılır.

Mâzide yaşadığı olayları anlatırken insanın bir senarist gibi büyük bir özgürlüğü vardır.

Bir erişkin, çocukluğunda alkolik babasını ve onunla yaşadıklarını öfke, sitem, yaralanmışlık ve kayıp teması ile anlatabileceği gibi pekala aynı yaşadıklarını badirelere rağmen başarı ve onurla hayatta kalmış ve bu zorluklardan güçlenerek çıkmış bir insanın öyküsü olarak da anlatabilir.

Aynı şekilde bir genç Türkiye’de dünyaya gelmeyi büyük bir talihsizlik olarak anlayabilirken aynı durumda başka bir genç insan 200 ülke arasında en iyi ilk 20 ülkeden birisinde dünyaya gelmiş olmanın mutluluğunu yaşayabilir.

Hayatının her boyutunda; mesleğinde, aşk yaşamında, aile ilişkilerinde, sosyal yaşamında, fiziki ve sağlıkla ilgili durumlarında kendi öyküsünü yazma özgürlüğü vardır ve elbette bu kendi hikayesini oluşturmakta alabildiğine yalnızdır. Aynen karar verdiğinde hissettiği derin yalnızlık gibi.

Tutkular, Mana ve Hikaye

İnsanın hikayesi içinde tutkular olduğu sürece hayat yaşanılır bir serüvene döner. Tutkuları bireyin değerlerine tutunma şiddetine de işaret eder.

Aşkta, mesleğinde, dostlukta ve yeni şeylere karşı duyduğu heyecan ve tutku işte bu hikayeyi çok sevilen izlenilir bir film senaryosuna çevirebilir. Ya da içine kapanmış, giderek ölüm korkusunun gölgesinde kabuğuna çekilmiş ve kendine içerleyen, varoluş anksiyetesinin altında ezilmiş bir yaşama dönüşebilir.

Varoluşçu filozof Martin Heidegger insanın tarihselliğinden (historicity) bahseder. Geçmişten bugüne uzanan hikayesini insanın kendine nasıl anlattığı ve anladığı ile ilgili fenomenolojik bir algıdır.

Psikoterapiler İnsanın Hikayesine Işık Tutmak İçindir

Bir çok psikiyatrik rahatsızlık ve yıkıcı ruhsal deneyimler insanın incinmiş ruh dünyasında insanın kendi hikayesini kendisine çok kötü anlatması ile gelişir.

Martin Heidegger’in tabiriyle içine fırlatıldığı dünyada insan seçemediği anne-babasını, içinde yaşadığı coğrafyayı, genetik özelliklerini şaşkınlıkla farkeder ve hikaye başlar.

Elindeki imkanların çerçevesindeki özgürlüğü ile hayatını yazar ve anlatır. Önce kendine anlattığı hikayede gizlidir yaşamın anlamı. O hikaye ki insanın değerleri ile yön bulur.

İyi bir varoluşçu psikoterapist bu yolda insanın öznel ve özgün hikayesini oluşturmasında kuracağı terapötik bağ aracılığı ile  rehberlik eder.

Birey kendi hikayesini oluşturma yolunda içinde yaşadığı toplumdan, ailesinden kendine dayatılmış   “sözümona” iyi hayat hikayelerinden sıyrılıp özgün ve güçlü hikayeler oluturdukça mâna gelişmeye başlayacaktır. Otantik yaşam yolunda ilerleyecektir. Bu Otantik yaşam konusuna bir diğer yazımızda kapsamlıca değinmeyi planlıyorum.

Bir bakıma insan olmanın en üst mertebesi insanın kendi biricik hikayesini yazabilmesi demektir. Esas fark, eline kalemi alıp, hayatının senaryosunu yazma cüretini göstermekle başlayacaktır…

Herkese iyi öyküler..

Yorum Bırak

Your email address will not be published.

Read More